28
May
2007
MEDYA
Medya;kültürün en önemli üretim araçlarındandır.’medya gerçek kültürü ham madde olarak kullanır; çeşitli yönlerini yeniden yaratarak, değiştirerek, şekillendirerek yeniden üretir’(YRD. DOC .DR Süheyla KIRCA schroeder Bahçeşehir ünü. İletişim fakültesi).Diğer gelişmiş ya da gelişmekten olan toplumlarda olduğu gibi günümüz Türkiye’nde de medya ,bireylerin bilgi duygu düşünce,inanç,tutum ve davranışları etkileyebilecek çok büyük bir güce sahiptir. “Bireylerin değil,aynı zamanda toplumsal gurupların ,toplumsal kurumların ve kuruluşların, kısaca toplumumuzun tamamının ve Ulusal kültürümüzün,medyanın şekillendirici ve belirleyici etkisinden kaçabilmesi olanaksız gibi görünmektedir.”( Türkiye'de Medya Sektörünün Ve Medya Çalışanlarının Sorunları / Yrd. Doç. Dr. Ali ARSLAN/cilt:6/sayı:1)
Medya modern insanın kültürel tercihini düzenler ve sonuç itibariyle yaptığı şey, gerçeğin kurgusallaşmasıdır.’Bu ürünlerde kurgusallaştırmaya gerçeklik; çoğu zaman güç ilişkilerini ve iktidarı meşrulaştırmaya yarar (YRD.DOC.DR Süheyla KIRCA schroeder Bahçe şehir üniversitesi. İletişim fakültesi) Ayrıca medya tüketicinin davranışlarını yönetir ve insanları eğlendirir Örneğin ‘reklamlar tüketicinin zevkleri doğrultusunda çok ciddi yatırımlar yapmakta ve reklamları insanların eğlenmek ve hoşlanarak seyir edeceği şekle sokmaktadırlar.’Medya basın yayın organlarından oluşur. Daha genel bir ifade kullanacak olursak medya insanların siyaset, spor ve eğlence gibi konularda malumat sahibi olmalarını sağlar. Ancak sosyolojik açıdan en önemli işlevi toplumdaki egemen sınıfların ve iktidar elitlerin halk üzerinde hegemonya kurdukları bir araçtır.’(DOÇ.DR Nuran Erol IŞIK sosyoloji giriş 2 dersi, popüler kültür ve medya konusu.) Medya, tüketicinin davranışlarını yönetir ve insanlara zevkleri hatırlatıp, bu zevklerin nasıl olması gerektiğini öğretir.
Türkiye’de medya sektöründeki yoğunlaşma, 1990’lılardan itibaren büyük bir ivme kazanmış, gazeteci ailelerin kontrolünün söz konusu olduğu geleneksel medya sahipliği, yerini medya dışı sektördeki büyük sermaye gruplarının egemen olduğu “yeni medya sahipliğine” bırakmıştır. Medyanın Türkiye’nin geleceğinde, Türkiye’nin yapılanmasında çok önemli bir konumu vardır. Türk toplumu okumayı sevmeyen bir toplum olması insanımızın genellikle görsel hafızası güçlenmiştir ve görerek, izleyerek öğrenmeyi tercih etmektedir. O nedenle televizyonun ve medyanın Türkiye’de çok ciddi bir stratejik bir konuma sahiptir.
KONU! POPÜLER KÜLTÜR VE MEDYANIN MCDONALDLAŞTIRMA İLE İLİŞKİSİ
Popüler kültür ve medya konusunda yaptığım araştırmalarda en çok dikkatimi çeken şey, popüler kültür ve medyanın tüketim kültürü haline gelmesidir. Özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler için popüler kültürün bilinçli olarak kullanılması üzerine toplumun kusursuz bir tüketim toplumu haline gelmesine neden olmaktadır. ’Kullanım ve tüketim popülerin üretiminin ilk safhasından son kullanım safhasına kadar her safhada vardır. Popülerin yaratılmasında, diğer popülerler kullanılır; popüler sporcu ve sanatçılar; popüler edilen fikirler ve ideolojiler; popüleştirilmiş anneler ve kaynanalar, popüler televizyon ve televizyon programları; popüler magazin ve dergi kahramanları; ve elbette zaman ve dil sınırlarını aşan popülerlerin en popüleri seks ve seksüel umutlar…
“Popülerle paketlenmiş popüleri, üstlerine, ayaklarına uygulayarak popülerin popüleştirme sürecini tamamlarlar. Tüm pazar mekanizması memnun gülümser;popüler makyajı bittiği için,kendi olmayan kendini kendine ve başkalarına göstermeme telaşındaki popçu,popüler makyajını alıncaya kadar tedirgindir,huzursuzdur;popülerini alır popçu,sürer ve kendini bulur,gülümser.Bunu her gün Pazar mekanizması ve popçu yapar.Popüler Pazar,doğal rengi kaçmış ve kullanım maddesine bağımlı duruma gelmiş popçunun özgürlük türküsünü okur.Yıllardır bir kez bile kendine kendi olarak bakmaktan korkan popçu, kendini kendinden olan popülerlerden birini kurtarıcı olarak sarılıp özgürlüğünü ifade eder;kendinin sandığı önemli kendi olur. “(İrfan ERDOĞAN, Korkmaz ALEMDAR ,AGE)
Alıntıdan da çıkarılacağı gibi popüler kültürü ve medyayı mcdonaldlaştırma ile özdeşleştirebiliriz. Çünkü ‘mcdonaldlaştırma ile dünyanın aynalaştığı ve toplumun fast-food restoranlarının dört temel bileşeni olan verimlilik, öngörülebilirlik, hesaplanabilirlik ve denetim ilkelerinin marx’sın benzetmesi ile insanı demir kafese sokar olarak açıklıyabiriz .(GEORGE RİTZER , toplumun mcdanoldlaştıması) Bu mantıkla hareket edildiğinde insanlar kısa zamanda köşeye dönmeyi bir gelenek haline getirerek fikir üretemeyen, sorgulamayan ve eleştirmeyen kısaca insanları insanlıktan çıkarıcı dar kalıplara sıkıştırıcı bir fonksiyonun olduğunu söylemek mümkündür. Bir örnek verecek olursak televizyonlarda reytingleri yüksek olan programlar yayınlandığında arada verilen reklamlardan bir parça pay kapmak için firmalar günler öncesinden ihalelere girip inanılmaz paralar ödenmektedirler. Burada George Ritzer’in fast food mantığının dört bileşeninden biri olan verimlilik ilkesinin ve hesaplanabilirlik ilkesinin etkili olduğu görülmektedir. Çünkü George Ritzer’in toplumun mcdonaldlaştırılması eserinde verimlilik ilkesini ve hesaplanabilirlik ilkesini niceliğe yapılan vurgu ve kısa zamanda yapabileceğinin en iyisini yapmanın önemi üzerinde durulur ve bunların toplumun çeşitli alanlarında kendini gösterdiği anlatılmaktadır.
Popüler kültür de hızlı tüketim ideolojisine ve kullan at mantığına bürünmüş bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.
popüler kültürün asil alicisi ve tüketicisi durumunda olan çalışan kesimlerde, küçük burjuva yaşam biçimine bir özlem ve özenti uyandırdığı söylenebilir. Böylece popüler kültürün amaçlarindan biri olan" tüketim isterisi yaratmayı gerçekleştirmeye yönelik ilk başarı sağlanmıştır.
Kitle iletişim araçlarıyla yayılan kültür, mal-mülk edinimini kışkırtmakta, "kullan-at" ideolojisini pekiştirmekte ve anlık mutlulukları ön plana çikarmaktadir. Buradaki ideolojik işlev, gerçek yaşamın yerine başka türlü bir yaşam olabileceğini düşünmenin yollarını, var olanın benimsenmesini sağlamaktır. Bunun için de gerçek yaşamın olumlanmasi , aşkinlaştirilmasi amaciyla kurgulanmiş biçimleri araciligiyla, alt gelir gruplarina, daha çok küçük burjuva kesimlere, başkalarinin yaşamlari, evleri, işleri, zevkleri sunulmaktadir.
Magazinlerde, filmlerde, romanlarda karşimiza çikan, egemen sinifin bakiş açisidir aslinda. Insanlar reklamlardaki mallari tüketme, falan dizideki gibi bir yaşam sürme, dergilerdeki ünlüler gibi giyinme çabasina girerler. Kendilerine sunulanlari eleştirisiz, tartişmasiz kabul ederler. Bir araştirmaci olan Spencer C. Benneth şöyle demektedir:"Kimligimiz toplumsal rollerimize göre oluştugu için, bugün, kişi olarak kendimizi gitgide daha büyük bir anonimleşme içinde bulmakta, bunu önleyebilmek için sahip oldugumuz nesnelere bireysellik vererek, kendimize kimlik edinmeye çalişmaktayiz. Fakat buldugumuz bu kimligi, satin aldigimiz kitlesel üretim mamüllerine duydugumuz saygi sayesinde kazanabilmiş olmaktayiz."( Haberin Anatomisi ve Temel Yaklaşımlar- A.R.BÜLBÜL)
1978’den sonraki korkunç enflasyonla birlikte piyasada meydana gelen aşiri mal bollaşmasi ve kitlelerin tüketim istekleri ile harcama güçlerinin artmasi sonucunda, popüler kültürün asil alicisi ve tüketicisi durumunda olan çalişan kesimlerde, küçük burjuva yaşam biçimine bir özlem ve özenti uyandigi söylenebilir. Böylece popüler kültürün amaçlarindan biri olan"tüketim isterisi yaratma"yi gerçekleştirmeye yönelik ilk başari saglanmiş oldu. Popüler kültür ve kitle kültürü ürünleri de, günümüz toplumlarinda bu şeyleşmiş/yabancilaşmiş bireyleri hedef aliyor ve onlari sisteme uyumlandirmayi öngörmektedir
‘Popüler kültür kitle kültürünün somut şekillerinden biridir. Kitle kültürü tekelci kapitalizmin hem mal hem de imajlar satışını yapan, uluslar arası pazarın değişmelerine ve ihtiyaçlarına göre biçimlenip değişen, önceden yapılmış, önceden kesilip biçilmiş, paketlenmiş sununmuş bir kültürdür.Kapitalizmin kendi için üretirken ve gasp ederken, bu amaçla, kitleleri ücretli köle olarak kullanarak ’kitleler için ‘ yaptığı üretim ve bu üretimle gelen ‘yaşamı yapma yoludur.’Günümüzdeki popüler kültür, üretiminin ilk safhasından son-kullanım safhasına kadar her anıyla kullanım ve tüketim kültürüdür. Kullanılanı gelişigüzel atmanın popüler olması, popüler müzikte popülerin kısa zamanda tüketilip, bıkkınlıkla yeni bir popülerle yer değiştirmesi, kullanıcının bukalemun zevkli olduğundan çok, endüstrinin karakterindendir.’(Doğu Batı Düşünce Dergisi/yıl:4/Sayı:15/Mayıs,Haziran,Temmuz 2001/issn:1303-7242/İrfan ERDOĞAN Gasp Ve Popülerliğin Gayri Meşruluğu/Sayfa:78)
İDDİA: KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI GİGEREK SİYASAL GÜÇLERİN MAŞASI HALİNE GELMEKTE VE TOPLUM ÜZERİNDE EGEMONYA KURMAKTADIR
İdeoloji konusunda kültürel çalışmaların kullanıldığı kavramlardan biri hegemonya kavramıdır.”Hegemonya,ideoloji kavramından daha geniş bir kategoridir.Hegemonya kavramı, yönetici sınıfın kendi çıkarlarına uygun olarak yönetilenlerin rıza göstererek otoriteye uymasını sağlamaktır.Kitle iletişim araçları rızanın üretimindeki ana etkendir.popüler kültür ürünleri hegemonyaya kitlenin rıza göstermesi açısından önem taşımaktadır.”(Hülya Yengin /Medyanın Dili/İletişime Kuramsal Bir Yaklaşım:Popüler Kültürlerinin Çözümlenmesi/Der Yayınları/sayfa:186) Görüldüğü gibi kapitalist düşünen insanlar ya da iktidar elitleri olarak nitelendirilen insanlar kitle iletişim araçlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullandıkları açıkça görülmektedir.Bu davranışı sergiliyen insanlar son derece yozlaşmış ve gözleri kar motifine bürünmüştür.
Demokratik olsun olmasın bir rejimde etkili olmak isteyen siyasal güçler açısından, kitle iletişim araçları her zaman büyük bir önem taşımaktadır.Kitle iletişim araçları düşünce özgürlüğü ve bu düşünceleri yayabilme olanakları bulunmadığı zaman fazla bir önemi kalmaz. ‘Çoğulcu bir demokraside, halkın genel çıkarlarını ekonomik gücünü elinde bulunduran azınlığın özel çıkarlarına feda edilmemesi, kitle iletişim araçları üzerinde ikincilerin doğrudan ya da dolaylı bir denetim tekeline sahip bulunmasına bağlıdır.’(İsi Haber Bilgi, Ahmet Taner HAL, siyasi sistemler )
Kısaca çoğulculuğun olabilmesi için kamuoyunu oluşturacak araların da çoğulcu olması gerekir.Burada demokrasi sadece görünüşte kalır.Yeni düşüncelerin yayılması ve yeni toplumsal güçlerin siyasal yaşamda ağırlığını duyurması da zorlaşır.
“Türk İktidar Seçkinlerinin bir parçası durumuna gelmiş Türk medyasının kendi içinde, her şey güllük gülistanlık olduğu da söylenemez. Üçüncü bin yıla adım atmış durumda bulunduğumuz şu günlerde, medya sektörü ve özellikle de medya çalışanları oldukça ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Çalışmanın ana teması, Türk medyasının yaşamakta olduğu bu temel sorunlar alacaktır. Söz konusu sorunlar ortaya konulurken, bizzat medya sektöründe çalışan bireylerin kendi saptamaları esas alınmıştır. Özellikle de Arslan'ın (1999) 1995-1999 yılları arasında, çok sayıda Türk medya eliti ile yüz yüze yaptığı görüşmeler sonucunda ortaya koymuş olduğu bulgular, bu konuya oldukça ışık tutucu niteliktedir.”(Türkiye'de Medya Sektörünün Ve Medya Çalışanlarının Sorunları / Yrd. Doç. Dr. Ali ARSLAN/cilt:6/sayı:1)
küreselleşme ile birlikte her kurumda olduğu gibi medya kurumunda da kapitalist düşünme ve kar motifi büyük ölçüde etkili olduğu görülmektedir. Bu gibi etik olmayan sansürler yüzünden halkı kendi çıkarları doğrultusunda gerçeklerden noksan bırakılmasına neden olmaktadır.Bunu bir örnek ile belirtmek gerekirse ABD’nin Irak’taki katliamları gün yüzüne çıkarmaması ve bu katliamları gün yüzüne çıkaran basın mensuplarına zor kullanarak sansür çekmesi gibi başka bir örnekte dizilerden verecek olursak show tv de izleme rekorlarını kıran kurt vadisi dizisinin başka bir versiyonu olan kurtlar vadisi terör dizisinin ilk yayınlandığı günden sonra sakıncalı konular üzerinde şekillendiği gerekçesiyle rutin tarafından kaldırılması medyanın tarafsız ve özgür olmadığını çok açık bir şekilde bize göstermekte.
İDDİA 2:MEDYADA ŞİDDET, KADIN VE ÇOCUK İSTİSMARI GÜN
GEÇTİKÇE ARTMAKTADIR
Medyaya bakmadan önce iletişim kavramı hakkında bilgi vermek gerekirse iletişim; en az iki kişi tarafından yapılan bilgi ve haber alışverişine ve kendini ifade etme isteğinden doğduğunu söyleyebiliriz. Bu kitle iletişim araçlarının en önemlisi televizyondur. Çünkü aynı anda birçok kişiye hitap edebilme imkanı sunmakta.
Günümüzde, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşan kullanımı ile şiddet içerikli haberler, gittikçe artmaktadır. Kitle iletişim araçları şiddetin toplumda meşrulaştırılması, kültürel yönden normalleştirilmesi ve içselleştirmesi gibi bir işlevi vardır. Kitle iletişim araçları da şiddete dayalı insan ilişkileri yaşayan ve yaşamını bu ilişkilerle örülü bir dünya görmek zorunda kalan bireyler bu algılama biçimine uygun davranmak durumunda kalmaktadırlar.
McQuail’e göre, yeni dönemde kitle iletişiminin etkisi hakkında, özellikle televizyon ve basında,yeni düşünceler ve teni veriler toplanmaktadır. İletişim araçlarının etkisi sorusunun yeniden açılması birkaç temele dayanır: İlk olarak, “etkili olmama” dersi öğrenilmiş, kabul edilmiş ve eski inançların (güçlü etki veya etkisizlik) yerini daha alçakgönüllü beklentiler almıştır. Az etki umulduğunda yöntemler daha kesin olmak zorundadır. Buna ek olarak toplumsal konum ve izleyicinin önceki tutumlarıyla ilgili değişkenler yeterince ölçülebilir olarak açıklamaktadır. Eskiyi gözden geçirmenin ikinci dayanağı kullanılmış olan yöntemler ve araştırma modellerinin eleştirisidir. Bu yöntemler ve modeller kişilerde olan kısa dönemli değişmeleri ölçmek ve açıklamak için hazırlanmış, özellikle tutum kavramı üzerinde durulmuştu. Seçenek araştırma yaklaşımları daha uzun zaman dilimini dikkate alabilir, tutumlar ve düşünceler yerine halkın ne bildiğine bakabilir, izleyicilerin kullanış ve güdüleri etki aracı olarak alınabilir, bireysel sorunlar yerine inanç, düşünce ve toplumsal davranış yapılarına bakabilir, etkisi incelenen içeriğe daha çok dikkat edilebilir. (McQuail, 1977, s.73-74). Görüldüğü gibi İletişim araçlarının gerçeğin izlenimlerini oluşturma ve toplumsal normları tanımlamada etkili olduğu açıktır. Topluma değerleri öğretmek ve bireylerin daha önce bilmedikleri konular hakkında bilgilenmek için son derece önemli bir araçtır.
Yapılan bir çalışmada, Kanada’da filmlerin kadınlara karşı şiddet kullanma eğilimini nasıl etkilediği araştırıldı. Denek olarak kolej öğrencileri kullanıldı. Öğrenciler, sanki bir sinema okulunda ders yapacaklarmışcasına şiddet öğeleriyle ve ırza geçme sahneleriyle dolu filmlere yollandılar. Sonra aynı kolejin psikoloji sınıfında çocuklara bir test yapıldı. Teste sokulan öğrencilerin büyük bir çoğunluğu filmleri izlemiş olanlardı. Kendilerine kadınlara karşı şiddet kullanmak, kadınların ırzına geçmek ya da bir kadının ırzına geçilmesinden ne kadar zevk duyacağını düşündükleri soruldu. Söz konusu filmleri ve gösterileri izleyen öğrencilerin çoğunda, bir kadının ırzına geçmek istek ve düşüncesinin arttığı, buna karşılık bunları izlememiş olanların durumunda bir değişiklik olmadığı belirlendi (Kitle İletişim Araçları ve Şiddet, 1986, s.18-19).
Yakın geçmişimize baktığımızda her şeyden önce belirli yayın türlerinin diğerlerinden ayrılması son derece zordur, çünkü insanlar çok fazla televizyon seyretmektedirler. Örneğin insanları küçük yaşlardan beri çok fazla şiddet içeren yayın seyredenler ve böyle yayınları seyretmeyenler şeklinde gruplara ayırmak kolay değildir. İzleyiciler arasında seyrettikleri program farklılıklarına dayanan ayırımlar yapmak mümkün olsa bile yine de her şey halledilmiş olmayacaktır.
Şiddet içeren yayınları seyredenler şiddetin iyi bir şey olduğu çıkarabilmektedirler. Daha çok bu yayınlar çoçuk ve gençleri etkilemektedir. Çocuklar eskiden izledikleri programlarla ilerde doktor, mühendis, öğretmen … vb. topluma yararlı kişiler olmak isterken iki binli yıllarda medyadaki içi boş programlara özenerek artist, şarkıcı, manken ve dansöz gibi kolay para kazanılan boş hayaller peşinden sürüklenmeye başlamışlardır. Bununa örnek verecek olursak şimdilerde çeşitli televizyon kanallarında yayınlanmakta olan Kurtlar Vadisi, Acı Hayat, Aynalı Tahir ve Deli Yürek gibi dizilerde baş rol kahramanları suçlu olmalarına rağmen onlara özendirilmektedirler. Burada medyanın rolü çok büyüktür. Çünkü medya bu kahramanların yaptıklarını sanki iyi bir şeymiş gibi göstermesi çocukların ve gençlerin o tiplemeleri kendilerine örnek almalarına neden olmaktadır. Bu konuda Albert Bandura 1961'de arkadaşları ile yapılan deney ile, tv'de şiddeti gören çocuğun saldırganlığını artırıp artırmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu deneyde çocuklar bir yetişkini, basit oyuncaklar ve şişirme bir bebekle oynarken seyrettiler. Deneysel koşullardan birinde, yetişkin yaklaşık bir dakika için basit oyuncakları toplamakla işe başladı. Sonra dikkatini şişirme bebeğe çevirdi. Bebeğe yaklaştı, onu yumrukladı, ağaç bir çekiçle ona vurdu, havaya fırlattı ve odanın içinde orayı burayı tekmeledi. Bütün bunları yaparken de "kır burnunu, vur başına, al sana" diyerek bağırdı. Çocukların gözleri önünde bu davranışları yaklaşık 9 dakika sürdürdü. Diğer bir durumda, yetişkin sessizce diğer oyuncaklar üzerinde çalıştı, şişirme bebekle ilgilenmedi.
Bir süre sonra, her çocuk şişirme plâstik bebeği de içeren bir dizi oyuncakla 20 dakika yalnız bırakıldı. Yetişkini saldırgan davranışlarda bulunurken seyreden çocukların, onu diğer oyuncaklar üzerinde sessizce çalışırken seyreden gruptaki çocuklardan çok daha saldırgan davrandıkları görüldü. İlk grup, bebeği yumrukladı, tekmeledi, hırpaladı ve saldırgan yetişkinin söylediklerine benzer saldırgan yorumlarda bulundu. Bu çocukların, saldırmaya, deney öncesinden daha eğilimli oldukları açıkça ortaya çıktı. Taklit süreci içinde daha fazla saldırgan davranış gösteriyorlardı.
Yine medyanın bir çocuk için ne derece önemli olduğunu istatistiksel olarak bilgilenmek için Nurdoğan Rigel’in yapmış olduğu bir araştırmayı incelemek yeterli olacaktır. İ.Ü. İletişim Fakültesi öğretim üyesi olan Nurdoğan Rigel, 5-7 yaş grubu çocuklar üzerinde bir araştırma yaptı. Araştırmasında, 'Haber denince akla gelen imajın niteliği nedir?' sorusuna verilen cevap; % 2 olumlu, % 41 olumsuz, % 46 nötr, % 11 cevapsız biçiminde olmuştur.
Bu soruya verilen cevaplar ayrıntılı bir şekilde yaş ve cinsiyet ayrımlarıyla ele alındığında, haber için; 5 yaş grubu çocukların % 50'si "insanların ölmesi", % 50'si ise "tv'de seyredilir" demişlerdir. 5 yaş grubundaki erkek çocuklar ise % 25'erlik dağılımlarla haber denince akla gelen ilk bilgileri şöyle sıralamaktadır: "İnsanların öldürülmesi, kazaların aktarımı, tv'de seyredilir, spikerin okuduğu." 6 yaş grubundaki kızların % 16'sı, erkeklerin % 15'i haberi "savaş" kelimesi ile özdeşleştirmiştir.
Sonuçlar gösteriyor ki, her iki çocuktan biri haberden kötü etkileniyor. Diğer bir ifadeyle gelecek 10-15 yıl içinde yetişecek genç neslin yarısı, dünyayı karamsar yorumlayacak ve gerçeklerden kaçış yolları arayacak demektir.
Başka araştırmada ise Martin Shaw ve Roy Car Hill'in araştırması: Körfez Savaşı devam ederken İngiltere'de Hull Üniversitesi araştırmacıları Martin Shaw ve Roy Car Hill tarafından yetişkinler üzerinde yapılan bir araştırma, savaş haberlerinin toplumun % 31'ini tedirgin ve huzursuz ettiğini ortaya koymuştur. Araştırmaya katılanların % 56'sı da savaş haberlerinin aile üyelerinin üzerinde olumsuz tesir bıraktığını belirtmiştir. 'En önemli haber nedir?' sorusuna verilen cevap: % 54 savaş-ölüm, % 14 kaza-ölüm, % 32 diğer biçiminde olmuştur.
Ancak çocukların tamamen medyadan gördükleri ile şiddete yöneldiğini söylemek çok yanlış olur. Çünkü çocuğun şiddete yönelmesinin tek sebebi kitle iletişim araçlarından izlediği ve dinlediği şeyler değildir. Burada çocuğun yaşadığı aile, yaşadığı çevreninde rolü azımsanmayacak kadar çoktur. Örneğin şiddet kullanmaya yatkın bir insan, bunu çocukluğunda yaşadığı bazı olaylardan dolayı yapıyor olabilir, fakat aynı zamanda televizyonda şiddet içeren yayınları da büyük bir zevkle izliyordur. Bu durumda bu kişinin geçmişini iyice araştırmadan televizyon yayınları sayesinde şiddete yöneldiğini öne sürmek, kolayca düşülebilecek bir hata olacaktır. Ayrıca, zaten şiddetten hoşlananların seyretmek için şiddet içeren programlar seçecekleri de açıktır. Eğer yaşamları boyunca televizyonda çok fazla şiddet içeren program seyretmiş kişileri sağlıklı olarak bir gruba ayırmak ve bunların diğer insanlara nazaran şiddete daha yatkın olduklarını ispatlamak mümkün olsaydı bile, bunların birine diğerinin sebep olduğunu iddia etmek mümkün olmayacaktır (Turam, 1994, s.80). Bunun başka bir örneği ABD’de yaşanmıştır:”Televizyonda gösterilen bir insanı yakma sahnesi küçük büyük tüm izleyicileri dehşete düşürmüştü. Bu filmin gösterilişinden kısa bir süre sonra , gazeteler, birkaç gencin yolda soydukları bir kadını yakmaya kalkıştıklarını yazdı. Bunun üzerine televizyonun yoldan çıkarıcı etkisi üzerine çok konuşuldu. Televizyondan etkilendiklerini söyleyen bu gençlerin düzensiz ve dağılmış ailelerden gelen başı boş gençler olduğu öğrenilince iş değişti. Televizyonda görülen çalma ve öldürme yöntemlerini denemek herkesin yapabileceği bir iş değildir. Bunu ancak sürekli dövülmüş, itilmiş, evden kaçmış gençler yapabilir. Öfkelerini boşaltmaya ne yoldan olursa olsun fırsat kollayan bu tür gençlerin etkilenmesi hiç kuşkusuz daha kolaydır. Bu nedenle tüm sorumluluğu televizyona yöneltmek yanıltıcıdır. Aile içindeki dengesizliklerden kaynaklanan düşmanca duyguların ve saldırganlığın nedenini televizyonda aramak, gerçeklere göz yummak olur. Örneğin, evde babasının annesini dövdüğüne tanık olan bir çocukta, bu sahnenin yaratacağı korku ve tedirginliği televizyonda izlenen yüzlerce öldürme sahnesi yaratamaz.”(Kitle İletişim Araçları ve Şiddet, 1986, s.68). Araştırmalar gösteriyor ki çocukların şiddete yönelmelerinin tek sebebinin medya olmadığı burada medya dışında aile ve çevrenin de dikkatli olması gerektiğini görmüş olduk.
GÖKHAN ÜZÜM
Comments